Şefaat

TARİHTEN BİR KESİT


"Tevrât'ın yaratılmışlığı" görüşünden hareketle Kur'ân'ın da mahlûk olduğunu (Halku'l-Kur'ân) ilk kez dillendiren insan, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sihir yapan Yahudi Lebîd b. el-A'sam'dır. Lebîd'in bu iddiasını önce kızkardeşinin oğlu Tâlût alıp nakletmiş, Tâlût'tan Ebân b. Sem'ân, Ebân'dan Ca'd b. Dirhem (Harran'lı olup Nemrud kültürüyle içiçe büyümüştür), Ca'd'dan da Cehm b. Safvân (ki onun adına nispetle Mu'tezile'ye Cehmiyye de denir) alarak yüksek sesle dile getirmiştir. Halife Harûn er-Reşîd zamanında Halku'l-Kur'ân meselesini gündeme getirerek savunan ve bu yüzden halifenin ve daha sonra oğlu Emîn'in hiddetini üzerine çeken kelâmcı Bişr b. Ğıyâs el-Merîsî (ö. 218/833), işte bu Cehm'in öğrencisidir. Bağdat'lı bir Yahudi'nin oğlu olan Bişr el-Merîsî, İmam Ebû Yusuf'tan fıkıh dersleri almış, İmam Şâfiî'nin iknâ çabalarına rağmen Kelâm ilmiyle meşgul olmuş, hocası Ebû Yusuf'un uyarılarına kulak asmayarak Kur'ân'ın "mahlûk ve yaratılmış olduğu" konusundaki akîdenin gelişmesinde ve yerleşmesinde önemli bir yere sahip olmuştur. Me'mûn'un Bağdat'a gelerek amcası İbrahim b. Mehdî başkanlığındaki isyanı bastırıp hilafeti aldığı zamana kadar (h. 204 sonları) 20 yıl boyunca ortalarda görünmemiş, bir süre hapis yatmış, hatta Bağdat'taki Rusefâ Camiinde, görüşünden dönerek tövbe etmeye çağrılmışsa da buna yanaşmamış, halk tarafından linç edilmekten son anda kurtulmuştur. Sonraki dönemde Bişr, halife Me'mûn'un seçtiği ve onun ilim meclislerine başkanlık eden gözde adamlardan (Bişr b. el-Mu'temir, Sümâme b. el-Eşras, Ahmed b. Ebî Düâd, Ebu'l-Hüzeyl el-Allâf) biri ve hatta birincisi olmuştur. Halku'l-Kur'ân meselesini ilim meclislerinin gündemine taşıyan ve bu görüşün bir devlet politikası haline gelmesini sağlayan odur. 14 yıl süren Mihne döneminde (h. 218-232), bu görüşü kabul etmediği içim işkence gören Ahmed b. Hanbel'in öldürülmesini teklif eden de odur. İmam Buhârî gibi Cehm, Bişr ve taraftarlarının görüşlerine karşı reddiye yazanlardan biri de Ebû Saîd Osman b. Saîd ed-Dârimî'dir. (bk. Muharrem Akoğlu, Mihne Sürecinde Mu'tezile, İz Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 103, 110-112, 176, 244-245). Aşağıda okuyacağınız anekdot, Osman b. Saîd'den İbnü'l-Cevzî'nin naklettiği bir hatıradır:


"Arkadaşlarımızdan güvenilir biri bana rivayet ederek şöyle dedi: Bişr el-Merîsî vefat ettiğinde cenazesine İlim ve Sünnet ehlinden Ubeyd eş-Şûnîzî haricinde kimse katılmadı. Ubeyd cenazeden döndüğünde onu kınadılar. O da kendilerine ,"Müsade edin de size olup biteni anlatayım" dedi ve şunları söyledi: Bişr'in cenazesine katılmakla umduğum sevabı başka hiçbir cenazede ummadım. Cenaze namazı için safa durunca dedim ki: 'Allahım! Bu kulun âhirette ru'yetine (seni göreceğine) inanmıyordu. Allahım! Mü'minlerin senin ru'yetinle bahtiyar olacağı o günde, onu senin vechine nazardan mahrum kıl! Allahım! Bu kulun kabir azâbına inanmıyordu. Allahım! Bugün onu kabrinde, âlemler içre hiç kimseye etmediğin bir azâba duçar kıl! Allahım! Bu kulun Mîzân'ı inkâr ediyordu. Allahım! Kıyâmet gününde onun mîzânını (hasenâtını) hafif kıl! Allahım! Bu kulun Şefaati inkâr ediyordu. Allahım! Kıyâmet günü mahlûkâtından hiç kimseyi ona şefaatçi kılma!'. Oradakiler bu sözleri duyunca sakinleşerek gülmeye başladılar". (Bk. İbnü'l-Cevzî, Ahbâru'z-Zırâf ve'l-Mütemâcinîn)


- - - - - 0 - - - - -


6'sı orijinal nüshadan taranmış “pdf” dosyası, 3'ü “word” belgesi olmak üzere, Şefaat'in ispatını ve inkâr edenlerin reddini hedef alan 9 ayrı kitabın müellifleri ve isimleri aşağıdadır. Toplamda 1250 sayfaya ulaşan bu külliyâtın tümünü tek bir "rar"dosyası halinde indirmek için tıklayınız.

Dosya İçeriği:

1. Fahruddîn er-Râzî, eş-Şefâatü’l-Uzmâ fî Yevmi’l-Kıyâme, Th. Ahmed Hicâzî Ahmed es-Sekâ, (el-Faslü’s-Sânî fî Envâi’ş-Şefâa, ss. 35-57), el-Mektebetü’l-Ezheriyyetü li’t-Türâs, Kahire 1989, 95 shf.

2. Zehebî, İsbâtü’ş-Şefâa, Th. İbrahim Bâcis Abdülmecîd, Mektebetü Advâi’s-Selef, Riyad 2000, 70 shf.

3. Abdurrahman b. Yusuf b. Huseyn, eş-Şefâa: Şühübü Ehli’s-Sünneti ve’l-Cemâa alâ Münkiri’l-Mahmûdi ve’ş-Şefâa, Mektebetü Medbûlî, Kahire 1995, 166 shf.

4. Mukbil b. Hâdî el-Vâdiî, eş-Şefâa, Müessesetü’r-Rayyân, Beyrut 1999, 350 shf.

5. Muhammed Rif’at Hasen et-Tavîle, Şefâatü’ş-Şâfiîn: er-Raddü ale’d- Duktôr Mustafa Mahmûd, Takdim: Fikrî Hasen İsmâil – Muhammed İsâ Atıyye, Dâru’l-Îmân, İskenderiye 1999, 40 shf.

6. Muhammed Metvellî eş-Şa’râvî-Abdullah Haccâc, İnkâru’ş-Şefâa, Mektebetü’t-Türâsî’l-İslâmî, Kahire 1999, 239 shf.

7. Mahmûd Abduh Abdürrezzâk, Kahire Üniversitesi Fen Fakültesi İslâm Felsefesi Bölümü, İsbâtü’ş-Şefâa li Sâhibi’l-Makâmi’l-Mahmûd ve’r-Raddü ale’d-Duktôr Mustafa Mahmûd, Baskı yeri ve tarihi yok, 19 shf.

8. Muhammed Sa’d Abdü’d-Dâyim, eş-Şefâa, word belgesi, 2004, 253 shf.

9. Yusuf el-Karadâvî, eş-Şefâatü ve Mevkıfü’l-İslâmi mine’s-Sünne, Aljazeera "eş-Şerîâtü ve’l-Hayât" Programında Söyleşi, Mart 2010, word belgesi, 19 shf.

- - - - - 0 - - - - -



Aşağıdaki yazı, Prof. Dr. Yusuf el-Karadâvî’nin “Sünneti Anlamada Yöntem” (Keyfe Neteâmelü mea’s-Sünne) adlı eserinin “Hadislerin Kur’an’la Çeliştiği İddiasını Tetkik” başlıklı kısmının Prof. Dr. Bünyamin Erul tarafından yapılan çevirisinden alınmıştır. (Nida Yayıncılık, İstanbul 2009, ss. 218-222)

-------------------

Sahih bir esas olmaksızın, hadislerin Kur’an’la çeliştiği iddiasını büyütmekten sakınmamız gerekmektedir. Nitekim Mu’tezile, âhirette Resûl (a.s) ve diğer pey­gamber kardeşlerinin, melekler ve salih mü’minlerin, günahkâr tevhid ehli hakkında şefaat edeceklerini belirten yaygın sahih hadisleri[1] reddetme cesaretini göstermekle ölçüyü kaçırmışlardır. Bu hadislere göre Yüce Allah fazlı, rahmeti ve şefaatçilerin şefaatiyle onlara ikramda bulunacak ve böylece onlar, ya asla cehenneme girmeyecekler veya cehenneme gi­rip bir müddet (orada kaldıktan) sonra oradan çıkacaklar ve neticede varacakları yer cennet olacaktır.

Oysa bu durum, rahmet yanı adâlet yanından daha yüksek olan Yüce Allah’ın kullarına olan bir cömertliğidir. Bundan dolayı da Yüce Allah, iyiliğin karşılığını on mislinden yedi yüze hatta daha fazlasına çıkarmış, kötülüğün karşılığını ise ya ancak bir misli yapmış ya da affetmiştir.[2]
Yine Yüce Allah beş vakit namazı, Cuma namazını, Ra­mazan orucunu, terâvih namazını, zekat ve sadakaları, hac ve umreyi, Sübhânallah (tesbîh), Lâ ilâhe illallah (tehlîl), Allahu Ekber (tekbîr), el-Hamdulillah (tahmîd) ve benzeri dua ile zikirleri, müslümanların başına gelen bir kötülük veya hastalığı, gam, üzüntü veya batan bir diken de olsa rahatsızlık veren şeylerin hepsini kötülüklere birer kefâret kılmıştır. İşte Allah, bunların her biriyle kulunun günahlarını örter.
Ailesinden olsun veya olmasın, bir mü’minin mü’min kardeşi için yaptığı duayı vefatından sonra  kabrinde o kişiye faydalı kılmıştır.[3]
Bu durumda Allah’ın, seçilmiş hayırlı kullarına ikramda bulunup onların da tevhid kelimesi üzerine ölenlerden dilediklerine şefaat etmeleri uzak bir ihtimal değildir. Bu, hakkında birçok hadisin nakledildiği bir konudur:
“Cehennemden bir topluluk, Muhammed'in (s.a.v.) şe­faatiyle çıkar ve cennete girer. Bunlar  ‘cehennemlikler’ di­ye adlandırılırlar.”[4]
“Cehennemden şefaatle bir topluluk çıkar ki onlar (çok hızlı biten) heleyon bitkisi (seârîr) gibidirler.”[5]
“Ümmetimden bir adamın şefaatiyle cennete Temîm Oğullarından daha çok insan girer.”[6]
“Şehid, ev halkından yetmiş kişiye şefaat eder.”[7]
“Kıyamet gününde şefaatime en layık olan; kalbinden samimi bir şekilde ‘Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur’ diyen kimse­dir.”[8]
“Her Peygamber’in bir duası vardır. Ben ise ümmetime kıya­met günü şefaat etmek üzere duamı geciktirmek istiyorum.”[9]
“Her Peygamber bir istek istemiştir -veya her Peygamber’in bir du­ası vardır- ve onunla dua edip duası kabul edilmiştir. Ben ise duamı kıyamet günü için ümmetime şefaat olarak bırak­tım.”[10]
Buhârî ile Müslim’deki Ebû Saîd el-Hudrî hadîsine gelin­ce;
“Nebîler, melekler ve mü’minler şefaat eder. Bundan sonra Cebbâr olan Allah, ‘Geriye benim şefaatim kaldı’ der ve cehennemden bir avuç alır ve böylece orada yanmış olan bazı toplulukları çıkarır. Sonra onlar cennetin önündeki ‘hayat suyu’ denilen bir ırmağa bırakılırlar.’[11]
“Her peygamberin kabul olmuş bir duası vardır. Ve her peygamber duasını yapmıştır. Ben ise duamı, kıyamet günü ümmeti­me şefaat etmek üzere geciktirdim. Ve o şefaat inşallah ümmetimden Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölenlere ulaşa­caktır.”[12]
İşte Mu’tezile, vaîd’i (âhiretteki ceza) vaad’e (ahiretteki mükâfat), adâleti rahmete, aklı da nakle üstün tuttukları için, sübûtları kuvvetli ve delâletleri açık olmasına rağmen bu hadîslerden yüz çevirmişlerdir.
Onların bu hadisleri reddederken şüpheleri ise bu hadislerin, şefaat edenlerin şefaatini yasaklayan Kur’an’la çelişmeleridir. Oysa Kur’an’ı okuyan bir kimse, onda, sadece Arap­ olan müşriklerin ve diğer din mensubu sapıkların inanmış ol­duğu “şirk şefaati”nin (eş-Şefâatü’ş-şirkiyye) reddedilmiş olduğunu bulur.
Müşrikler, Allah’tan başka veya Allah’la beraber taptık­ları ilahlarının Allah katında kendilerine şefaat edeceklerini ve kendilerinden azabı savacaklarını iddia etmişlerdir. Nite­kim Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Onlar Allah’ı bıraka­rak, kendilerine fayda ve zarar vermeyen putlara tapar­lar. Ve ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ der­ler.”[13]
Fakat Kur’an, ilahlarının onlara hiçbir fayda vermeyece­ğini bildirerek, iddia edilen bu şefaati iptal etmiştir. Yüce Al­lah şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa onlar, Allah’tan başkasını şefaatçiler mi edin­diler? De ki: Onlar, bir şeye güç yetiremeseler, akıl erdiremeseler de mi (Şefaatçi edineceksiniz)? De ki: Bütün şefaat Al­lah’ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.”[14]
“On­lar kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah’tan başka ilahlar mı edindiler? Hayır, hayır! (Taptıkları), onların ibadetlerini tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklar.”[15]
Evet, Kur’an bu değersiz ilahların şefaatinin olmadığını, hem de müşriklerin itaat olunacak şefaatçilerinin bulunmadığını söylemiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Zalimlerin ne bir dostu, ne de itaat edilen bir şefaatçileri vardır.”[16] 
Bilindiği gibi, Kur’an şirkten ‘zulüm’, müşrik­lerden ise ‘zâlimler’ diye bahseder. Çünkü şirk, büyük bir zu­lümdür.[17]
Yalnız Kur’an, şefaatin varlığını iki şartla ortaya koy­muştur:
1. Şefaatçinin şefaatinin, Allah’ın izninden sonra olma­sı. Çünkü kim olursa olsun, Allah’a herhangi bir şeyi farz kılma yet­kisine sahip değildir. Nitekim Yüce Allah, Âyetü'l-Kürsî’de “O’nun izni olmadan, O’nun katında şefaat edecek de kim­dir?”[18] buyurmaktadır.
2. Şefaatin, tevhid ehline olması. Nitekim Yüce Allah melekler hakkında, “Onlar Allah’ın hoşnut olduğu kimseden başkası­na şefaat edemezler.”[19] buyurmaktadır. Kıyamet gününü yalan­layanlar hakkında ise, “Artık kıyamet gününü yalanlayan kimselere, şefaatçilerin şefaatleri fayda vermez.” [20] buyurmaktadır.
 Bu âyetlerin mefhûmu, orada şefaatçilerin varlı­ğını ve şefaatçilerin şefaatinin iman üzere ölen kimselere fayda vereceğini ifade eder.
O halde iddia edildiği gibi, Kur’an, “şefaati” mutlak ola­rak reddetmemiş, aksine, müşriklerin ve sapıkların iddia ettiği, çeşitli din mensuplarının birçok fesatlarına sebep olan şefaatin olmadığını söylemiştir. Onlar, dünyada zâlim hükümdarlar ile zorba yö­neticilerin yaptığı gibi, şefaatçilerinin ve aracıları­nın kendilerinden cezayı kaldıracaklarına hükmederek he­lak edici günahlar işlemektedirler.
Üzüntüyle belirtmek gerekir ki, asrımızda da Mu’tezile’nin yolunda yürüyen bazı Müslümanların, şefaatin; dünyada insanların bildiği aracılığa ve tarafgirliğe sebep olduğunu iddia ederek âhiretteki şefaati kabul etmediklerini ve Kur’an’la çeliştiği iddiasıyla konuyla ilgili yukarıda bir kısmını naklettiğimiz sarih ve sahih hadisleri küçümseyerek ihmal ettiklerini görmekteyiz.
Biz bu konuda açık ve güvenilir delillerle dolu eş- Şefâatu fi’l- Âhireti Beyne’n-Nakli ve’l- ‘Akl[21] adını verdiğimiz bir risale yazarak cevap verdik. Orada, kıyamet günündeki şefaat uygulamasının, genel imtihanlardaki “merhamet komisyonları”na benzediğini açıkladık. Kesin adalet ölçülerini uyguladığımız zaman öğrenci başarılı olmayı hak etmiyor, fakat başarı çizgisine yakın olması gibi çeşitli durumları dikkate alan merhamet mantığıyla düşündüğümüz zaman kalma derecesinden geçme derecesine yükseltilmeyi hak edebiliyor.



[1] Buhârî, Tevhîd 24; Müslim, İman 302.
[2] Buhârî, Rikâk 31; Müslim, İman 207.
[3] Ebû Dâvud, Cenâîz  60; İbn Mâce, Cenâîz 23.
[4] Buhârî, Rikâk 51; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. I, s. 454, c. III, s. 125-126; Ebû Dâvud; Sünnet 21’ de İmrân b. Husayn’ dan. Bkz. Elbânî, Sahîhu'l-Câmiu's-Sağir, (8055).
[5] Buhârî, Rikâk 51; Müslim, İman 316-320’ de Câbir’ den müttefekun aleyhtir. Bkz. Elbânî, Sahîhu'l-Câmi’u's-Sağir (8058).
[6] Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 12; Hâkim, Müstedrek, III 408’de Abdullah b. Ebî Ced’â’dan. Bkz. Elbanî, Sahîhu'l-Câmi’u's-Sağir, (869).
[7] Ebû Dâvud, Cihad 28’ de Ebu’d-Derdâ’dan. Bkz. Elbânî, Sahîhu'l-Câmi’u's-Sağir, (8093).
[8] Buhârî, İlm 33’ de Ebû Hureyre’den. Bkz. Elbânî, Sahîhu'l-Câmi’u's-Sağir, (967).
[9] Buhârî, Deavât I, Tevhîd 31; Müslim, İman 338’de Ebu Hureyre’den müttefekun aleyhtir. Bkz. el-Lü’lüü ve’l-Mercân, 121.
[10] Buhârî, Deavât I; Müslim, İman 341’de Enes b. Mâlik’ten müttefekun aleyhtir. Bkz. el-Lü’lüü ve’l-Mercân, 122.
[11] Buhârî, İman 15; Müslim, İman 304’te Ebû Saîd el-Hudrî’den müttefekun aleyhtir. Bkz. el-Lü’lüü ve’l- Mercân, 115.
[12] Müslim, İman 338; Tirmizî, Deavât 131; İbn Mâce, Zühd 37’de Ebû Hureyre’den. Bkz. Elbânî, Sahîhu'l-Câmi’u's-Sağir, (5176).
[13] Yûnus, 10/18.                                                                       
[14] Zümer, 39/43-44.
[15] Meryem, 19/81-82.
[16] Ğâfir/Mü’min, 40/18.
[17] Bkz. Bakara, 27/165; Âl-i İmrân, 3/151; Lukmân 31/13.
[18] Bakara, 2/255.
[19] Enbiyâ, 21/28.
[20] Müddessir, 74/48.
[21] Eserin tam adı: “eş-Şefâatü fi’l-Âhirati beyne’l-Akli ve’n-Nakl: Münâkaşatün Hâdietün li’d-Doktôr Mustafâ Mahmûd”, Nehdatü Mısr li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, Kahire 1999. Mustafa Mahmud’un aynı yıl yayınlanan kitabının ismi: “eş-Şefâa: Muhâveletün li Fehmi’l-Hılâfi’l-Kadîm beyne’l-Müeyyidîn ve’l-Muârızîn”. (A.T.D.)